27 Aralık 2012 Perşembe

Doksanlar Bölüm-2 / Mahalle Bakkalı



 Kristal kola içip Türkiye gazetesi okuyanlar bilirler o zamanları.

 Koşarak eve dizi izlemeye gidilirdi.

 Mahalledeki çocuklarla toplaşıp kral tv de çıkan şarkıcıları taklit ederdik.

 Gazetelerden kupon küpür keserdik. Hatta sevdiğimiz ünlünün fotoğraflarını odalarımıza asardık.

 Elimize de 3 5 kuruş para geçti mi ''Bakkal amca bu paraya ne oluyo?'' diye soluğu mahallenin bakkalında alırdık. Çoğu zamanda öyle aman aman şeyler alamazdık. Paramız neye yeterse o günün hazinesi olurdu o ciklet ya da çikolata. Kimi zaman ortaklaşa para toplayıp 1 milyonumuz çıkarsa top alır patlatana kadar oynardık.

  Eti, kent, ülker ve adını hatırlayamadığım onlarca marka. Çocukluğumuzu unutulmaz yapan bir parça 'tatlı' anı oldular.

  Mino vardı mesela bitmesin diye teker teker çiğnediğimiz. Pembe ufak şekerimsi sakızlar. Hatta i'nin üzerindeki nokta yerine markanın mino karakterinin türlü türlü hallerini koyarlardı.



   Big babool, tipitip de akılda kalan diğer sakızlardan ama yine de gönüllerin vazgeçilmezi bir şekilde hep sulugöz olmuştur. Kendimize değişik bir işkence yapardık onunla. Farklı bir tadı vardı onun. Acı desen değil, tuzlu desen hiç değil, yakıcıydı baya, ağlatırdı da hani çoğumuzu :) 



   Çoklukla günlük okul harçlığımızdan gün içinde kantinden az yiyecek içecek alarak arttırmaya çalışır; eğer paramız azsa da çıkışta okulun karşısındaki bakkal amcaya saklardık o parayı, sağlığa zararlılardı belki ama bizi dünyanın hakimiymişcesine sevindiren, mutlu eden abur cuburlar için.

  Altın kaplı çikolata mesela, kabını özenle açar, kıvrılmasını bırak üzerinin dahi çizmesine izin vermezdik. İçindeki adi çikolatayı yedikten sonra da aynı şekilde geri kapatır arkadaşlarımıza dolu çikolata veriyoruz diye şakalar yapardık. 



   Benim paketini şekerinden hiç doğru düzgün ayıramadığım yumiyum vardı ki ambalaj kağıdı daima bi kenarına yağışık kalırdı o şekerin. Şimdiki çocukların ellerinden nasıl telefonlar, mp3ler, ipodlar düşmüyorsa o şeker de herkesin elindeydi o zamanlar. En zengininden en yoksuluna her damakta bir kez olsun tadını bırakmıştır. 




   Doktorların, annelerin babaların yasakladıkları vardı hele ki onlar en bayıla bayıla yediklerimizdi. Teneffüs olduğu zaman koşa koşa kantine giderdik meybuz alabilmek için. Ertesi gün ya da günlerde muhtemelen hasta olurduk ama tadı bi başkaydı. Malesef biz magnum yiyerek büyümedik bizim gururla dilimiz damağımız dona dona yediğimiz meybuzlarımız vardı.



  Paylaşmanın beraber doymanın ne demek olduğunu biliyorsak birazını da balık krakere borçluyuzdur. Kıtır kıtır yerdik. Hatta bi seferde 2 taneden fazla alırsa arkadaşımız kızardık. Hemencecik bitmesin diye tane tane yerdik. 
  

 Ağızda patlayan şekerler ki o en sevdiklerimizdendi. Ağzımızda cıpır cıpır patlamasıyla keyiflenirdik.




  Her şeyin tadı da öyle hoşumuza gitmezdi de. Beğenmesek de alırdık ama sırf bizim de var diyebilmek için. Horoz şekeri ya da düdüklü şeker mesela. Sırf düdüğü çalabilmek için alırdık o şekerleri.





   Küçükken söz almak için parmak kaldırırdık. Bizi yansıttığı içindir ki hepimiz en az bir kere almış ya da tadına bakmışızdır buz parmak'ın. 
                                 

  Cino, hobby, bumbo, cin... Bir kaçınız az buçuk hatırladınız değil mi o güzelim çikolataları, krakerleri.






   Kolalar bile bir başkaydı o zamanlar. Kristal kola vardı; Türk kola markasıydı ve tadı ilginç bir şekilde diğerlerinden farklıydı. Cam şişede içtiğim ilk kolaydı kendisi. Bir daha hiç o kadar keyif alarak kola içemedim. 



  
  
     Mavi dipli pepsi şişesi vardı bir de. 2.5lt lik pepsi şişesinin dibi bombeliydi ve ayakta durabilmesi için o mavi kapağa ihtiyacı vardı. Türlü amaçlar için annelerimiz tarafından kullanılmıştır o altlıklar kimi zaman saksı kimi zaman ip yumakları için kutu.. 



  Kendimiz alamazdık çoğu yiyecek içeceği paramız olmazdı çünkü çoğunlukla. Anne babaya yalvarma seanslarının başlama noktası da işte tam burasıdır. Süte karıştırılan nesquik'den tutun da;



   Şemsiye şekilli çikolatasına, çokokremine, polosuna ve hatta capri-sun'ına varana kadar.



  E çocuktuk madem dondurma olmadan çocukluk olur mu? Onlarca markanın birbir çeşit dondurması olurdu. İçinde fındık fıstık barındıran çikolata kaplı max, üzeri çilek aromalı buz kaplı buzzy, meybuzun pahalı ve asortik modeli olduğu için kimselerin almaya pek yanaşmadığı calippo... Bu liste böyle sürüp gider ancak bir dondurma vardır ki benim çocukluğumun en güzel anısıdır.

  Tam adını hala bilmediğim; öğrenmek de istemediğim, ancak benim için daima şapkalı dondurma olarak kalacak dünyanın en güzel dondurması! Üstündeki çikolata sosunun tadını o dondurmanın ardından hiçbir şeyde bulamadım. Kırmızı şapka şeklinde kapağını açtıktan silindirik şekildeki kartonun altındaki aparatı iterek ya da çevirerek ruj gibi yukarı çıkarırdın dondurmayı.  (Çok uzun süre araştırmama rağmen fotoğrafını bulamadım, özür dilerim.)

  

    Tarih ne olursa olsun aklınız daima 90larda olsun.
    Saygılar efenim*



Çook sonradan gelen edit: İlgili ilk yazıya ulaşmak için burayabi'tık

0 yorum: